Emeritus Prof. Dr. İlter Turan

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin rektörlüğüne atandığım 1998 Eylül ayında, yanlış hatırlamıyorsam, üniversitenin 3.500 civarında öğrencisi vardı. Üç yıl sonra görevimi devrederken, öğrenci sayısı 8.000’e varmıştı. Hızlı büyümenin yarattığı fırsatlar ve heyecan yanında bir dizi sorun yaratacağını kestirmek herhalde zor değildir. Bu sorunların aşılması kolay olamayan bir tanesi de yer sıkıntısı idi. Mevcut imkânların verimli kullanılması yanında, mutlaka yeni yerler bulunması gereğini de yoğun şekilde hissediyorduk. Arayışlarımız devam ederken, o dönemin Mütevelli Heyet Başkanı Oğuz Özerden ve yardımcısı Yiğit Ekmekçi, Kurtuluş Deresi Caddesi’ndeki Toyota Bayii’nin kapanıp binasının kiraya verileceğini öğrenmişler ve tesisin ihtiyaçlarımıza uygun bir yapıya dönüştürülebileceğini kestirerek kiralamışlardı. Ancak tek bir sorun vardı. Yeni ders yılının açılmasına fazla zaman kalmamıştı. Üniversitemizin daha önceki inşaatlarını üstlenen müteahhitimiz Hami Yavaş Bey kolları sıvadı. İşe hızlı bir çalışma temposu ile başladı.

Ben de sık sık inşaatı ziyaret ediyor, işlerin nasıl yürüdüğüne bakıyordum. Büyük gayret gösterilmesine rağmen hazırlıkların Eylül ortasında tamamlanması bana zor görünüyordu. Okulun açılmasından bir gün önce inşaatı ziyarete gittiğimde sona çok yaklaşılmış olmakla beraber, daha yapılacak çok iş olduğu aşikârdı. Son akşam tekrar gittim. Evet, işler aşağı yukarı bitmişti; fakat ortalık toz dumandı. Büyük bir temizlik yapılmalıydı; lakin pek vakit yoktu. Bu iş nasıl yetişecekti, bilemiyordum. Genel sekreter yardımcılarımız Füsun Özatav ve Elka Demir koşturuyor, bir yandan personele talimat yağdırıyor, bir yandan kendileri de ellerinde süpürgeler çalışıyorlardı. Gayretlerini takdir etmekle birlikte, binadan endişe içinde ayrıldım. Sabah geldiğimde şaşırmadan edemedim. Bina pırıl pırıldı, her yer mis gibi sabun kokuyordu. Hatta her sınıfın kapısının ilan tahtaları monte edilmiş, o sınıfta hangi derslerin yapılacağı yanında muhtelif yönlere gidecek servis araçlarının tarifesi asılmıştı. Sonradan öğrendim, Füsun ve Elka da sabaha kadar personeli yalnız bırakmamış ve bilfiil temizlik işçisi olarak çalışmışlardı. O gün duyduğum heyecanı bugün hatırladıkça tekrar yaşıyorum.

Biz akademik meslekten olanlar üniversiteyi daha ziyade hocalardan teşekkül eden bir varlık olarak görürüz. Halbuki üniversite bürokrasisi, kütüphanesi ve kütüphanecileri, bilgi sistemleri uzmanları, güvenlik, temizlik ve muhtelif hizmetler veren diğer personeli ile bir bütündür. BİLGİ’nin gücünün temel direklerinden biri de akademik kadrosunun yanında kuruma bağlı, fedakâr kadrolara sahip olmasıdır. Bu geleneği devam ettirmek gelecekteki başarımızın vazgeçilmez şartlarından biridir. Bu olayı hatırlayarak, tüm BİLGİ çalışanlarını saygıyla selamlıyor, sevgilerimi gönderiyorum.