Prof. Dr. Turgut Tarhanlı
BİLGİ’de, 1999’dan bu yana geçen yıllarımla ilgili anılarım çok fazla ama bunlardan özellikle birisini üniversite, eğitim, hukuk, toplum, kamusal politikalar ve birey haklarını kavraması nedeniyle paylaşmak istiyorum.
BİLGİ Hukuk’taki dekanlığımın ilk yıllarında, 2003 yılında, hukuk eğitiminde klinik yöntemin uygulanmasına ilişkin bir müfredat değişikliği yapmış ve bu girişime destek veren öğretim üyeleriyle birlikte, Türkiye’de ilk kez “Hukuk Kliniği” dersini başlatmıştık. 2000’li yılların sonlarına doğru, bu dersle ilgili uygulama alanını daha da genişlettik. Kamu yararına hukukçuluk anlayışıyla ve Adalet Bakanlığı’nın desteğiyle adi suçlardan ceza almış hükümlülere yönelik temel hukuk ve ceza infaz hukuku seminerleri düzenlemeye başladık. Bu çalışmalar İstanbul’daki üç ayrı cezaevinde (Bakırköy Kadın ve Çocuk, Maltepe ve Ümraniye ceza infaz kurumları) bir yarıyıl sürüyordu. Eğitmenlerimiz öğrencilerimizdi; tabii, hocalarının gözetiminde bir hazırlıkla. Yarıyıl tamamlandığında programa katılan her hükümlüye (her yıl ortalama 150 kişi), o dönemde dekan olduğum için benim imzamla birer sertifika da veriliyordu. Her yıl, programın bitiminden sonra, katılımcı olan hükümlülerin bazılarından programla ilgili olarak, Fakültemize, öğrencilerimize ve dersin hocasına takdirlerini, şükranlarını içeren uzun mektuplar alıyordum.
Tüm mektuplar çok anlamlıydı hepimiz için ama bir tanesi, birçok bakımdan etkileyici ve düşündürücüydü. Mektubu yazan bir erkek hükümlüydü ve aynen şöyle diyordu: “30 taneye yakın sabıkam var. Hiçbir zaman da bu işleri bırakmayı düşünmedim ama… Biz hiçbir zaman haklarımızı aramayı bilmezdik, hep boş verirdik, nasıl olsa alamayız diye. Fakat siz bize haklarımızı almayı ve kendimizi nasıl savunacağımızı öğrettiniz. Bu bir özgüvendir. Biz de bu toplumun vatandaşıyız, bizlerin de söz hakkımız olduğunu bir kez daha anlamış oldum. İnanın ki size çok şey borçluyuz. Kendi kendime ve size söz veriyorum ki bir daha gayrimeşru işlerin içine girmeyeceğime yemin ederim.”
İnsanca duyuşun paylaşımı olan bu sözler görmezden gelinemez; kuşkuyla da karşılanmamalı. Bir fakülte programında yer verilip başlatılan bir dersin yarattığı bu etki sadece bireysel değildi, kamusal bir sonucu da vardı. Bunun üzerinde düşünmek, onu kavrayıp hissetmek, sadece öğrencilerimiz ve biz hocaları için değil fakat genel olarak, toplumsal fayda hedefine yönelik bir sorumlulukla nasıl bir değişime katkıda bulunulabileceğinin de, mütevazı ama etkili bir göstergesiydi.
BİLGİ’de 2000’li yılların başında attığımız bu ilk adımın, daha sonra Adalet Bakanlığı’nın girişimiyle Türkiye’deki tüm hukuk fakülteleri için de uygulanması, bir model olarak benimsenip kapsayıcı bir programla planlandı. Türkiye’de ilk kez BİLGİ’de yeşeren bu dersin, yukardan aşağıya değil fakat aşağıdan yukarıya doğru bir dinamizmle kamu politikası haline dönüşümü benim için BİLGİ’deki yıllarıma dair unutulmaz bir hayati kesittir.